13 Mart 2010 Cumartesi

ÖLÜM HER AN GELEBİLİR!

ÖLÜM HER AN GELEBİLİR!

Büyük İslam alimi İmam Gazali, hikmet dolu sözleriyle, dünya hayatının nimetlerinin sahteliği konusunda verdiği öğütlerle tüm insanları vicdanlarını sorgulamaya yöneltmiştir:

Şunu bilmelisin: Bu dünya asla baki değildir. Ya sen onu terk edeceksin, ya da o seni terk edecek! Hasan (ra) der ki: "Dünya nimetleri devam etse de senin hayatın bir gün sona erecek. O halde dünya hayatı peşinde koşmanın ve çok değerli ömrünü onun peşinde harcamanın ne anlamı var?" (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 145)

Aklınla şunları düşünürsen anlarsın ki; dünya baki değildir. Sağladığı menfaat, vereceği zararları ve sıkıntıları karşılamaz. Dünyada bedenin zahmet çekip yorulduğu gibi, kalbin de meşgul olur. Ahirette ise elem verici bir azap ve uzun bir hesap vardır. Bu gerçekleri anlayınca, fazla olan dünyalıkları bırakır, sadece Rabbine ibadet için sana gerekli miktarı almakla yetinirsin. (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 157)

... Halk için nihayetinde dönüp sonsuza dek tek başına baş başa kalacağın Rabbine kulluk ve ibadet terk edilir mi? O Rab ki, bütün hacetleri gideren, herkesin dayanağı, bütün sıkıntı ve şiddet anlarında herkesin sığınağıdır. O'nun ortağı yoktur ve herkes O'nun rahmetine muhtaçtır. (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 147)


Sitenin başından bu yana anlatıldığı gibi insanın dünya hayatındaki ömrü bir gün mutlaka sona erecektir. İmam Gazali'nin de hatırlattığı üzere, ömürlerini dünya metaının peşinde koşarak tüketen insanlar için, dünya hayatında elde edilen menfaatler, uğrayacağı zararları ve sıkıntıları karşılamayacaktır. Kuran'da Allah'ın bu insanlara dünyada kaç yıl kaldıklarını soracağı bildirilmektedir. İnsanların vereceği yanıt da şu şekilde bildirilmiştir:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor. "Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz. (Müminun Suresi, 112-114)

Bu ayetler göstermektedir ki, insan ahirete gittiğinde, dünyada bir günün birazından çok daha az bir zaman kalmış olduğunu hatta Ahkaf Suresi'nin 35. ayetinde belirtildiği gibi sadece "gündüzün bir saati kadar" kaldığını kavrayacaktır. İnsanın dünya hayatındaki yıllar süren çabasından geriye yalnızca zihnindeki kısa birkaç hatıra kalacak, dünyaya ait herşey yok olacaktır.

İnkar edenler ise, buna rağmen ahirete çok büyük bir yük yüklenmiş olarak gideceklerdir. Kuran'ın "Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize..." derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür." (Enam Suresi, 31) ayetiyle Allah bunun, inkar edenlerin "sırtlarına yüklendikleri bir günah yükü" olduğunu bildirmektedir. Başka ayetlerde ise Allah, inkar edenlerin bu yükün altında ebedi olarak kalacaklarını haber vermektedir:

... Gerçekten, sana Katımız'dan bir zikir verdik. Kim bundan yüz çevirirse, şüphesiz kıyamet günü o, bir günah-yükü yüklenecektir. O (yükün altı)nda ebedi olarak kalıcıdırlar. Bu, kıyamet günü onlar için ne kötü bir yüktür. (Taha Suresi, 99-101)

... Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir. (Enam Suresi, 120)

Tüm bu gerçeklerin yanı sıra, insanın dünya hayatından ahirete geçmesi de yalnızca bir an meselesidir. "Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile..." (Nisa Suresi, 78) ayetiyle hatırlatıldığı gibi, ölüm kaçınılmaz bir gerçektir. İnsan belki de, hayatının hiç beklemediği bir anında ölümle karşılaşacak ve o andan sonra artık istese de bu gerçekleri düşünecek bir imkan bulamayacaktır. Bu ise ona tarifi mümkün olmayan bir pişmanlık yaşatacaktır.

Oysa insan, henüz imkan varken tüm bu anlatılanları düşünmek için kısa bir vakit ayırsa, belki de hem dünya hayatını hem de sonsuz ahiret yaşamını büyük bir sevinç ve nimete dönüştürecek bir adım atacaktır. İmam Gazali insanların vicdanlarında bu sorgulamayı yapmaları için şöyle bir hatırlatmada bulunmuştur:

"Nice nefes alanlar vardır, aldıkları son nefesi geri vermeden ansızın ölüm onları yakalamıştır. Öyleyse gerçekte senin sahip olduğun sadece bir nefesten ibarettir; ne bir gün ve ne de bir saat! Bir nefesi bile geçirmeden Allah'a itaate ve tevbeye yönel. Belki de ikinci bir nefese erişemeden ölüm seni yakalar! Rızk konusunda da böyle düşünerek fazlaca üzerinde durmamak gerekir. Belki de ilerisi için düşündüğün o rızka ihtiyaç duyacak kadar yaşamayacaksın. Dolayısıyla onun için harcadığın vakit zayi olacak, gösterdiğin çaba da boşa gidecektir. Demek ki insanın ikinci bir gün, ikinci bir saat, ikinci bir nefes için gösterdiği çaba neredeyse boşa çıkmaktadır. Çünkü onlara ulaşma garantisi bulunmamaktadır." (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, s. 118)

Kuşkusuz ki, aklını ve vicdanını kullanan her insan için tek yol Allah'a teslim olmak ve O'nun rızasına uygun bir yaşam sürmektir. Umulur ki bu sitede anlatılanlar, insanların bu gerçeği görüp Rabbimizin rahmetine ulaşmalarına vesile olur:

Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 208)

Tüm zevklerin tüketilip yok edildiği, mutsuzluk, hüzün ve sıkıntıların hakim olduğu birkaç on senelik bir hayat ve ardından acıdan başka bir şeyin olmadığı cehennem hayatı mı? Yoksa Allah'ın dostluğunun, yakınlığının ve sevgisinin kazanıldığı, huzur ve güven dolu, her anın zevke dönüştüğü ve ardından da sonsuza dek sürecek zevklerin asla tüketilip yok olmayacağı cennet hayatı mı?


Ölüm her an gelebilir. Bundan öncesinde ise insanın her an doğruyu görüp uyması için fırsat vardır. Allah'ın "Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisi'ne dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz." (Neml Suresi, 62) ayetiyle bildirdiği gibi, Rabbimiz insanların tüm istek ve dualarına sonsuz rahmetiyle karşılık verendir. Ahireti kazanmak isteyen kişinin yapması gereken, Kuran'da güzel bir karşılığı olduğu müjdelenen "ciddi çabayı göstermek" olmalıdır:

Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)

GERÇEK HAYATIN MEKANI: AHİRET

GERÇEK HAYATIN MEKANI: AHİRET

Bu bölüme kadar, dünyanın geçici ve aldatıcı bir yer olduğu, sahte süslerle donatıldığı, bu geçici yerde insanların hareketlerini nelere göre belirlemeleri gerektiği üzerinde durduk. İnsanlar için asıl yaşanacak yerin, ahiretteki sonsuz hayat olduğunu anlattık. Bu bölümde ise ölümün ardından her insanın karşılaşacağı ve sonsuza dek yaşayacağı asıl mekanı olan ahiretin inananlar ve inkar edenler için ne kadar farklı olacağını anlatacağız.

HERŞEYİN ASLI AHİRETTEDİR

Kuran'da ahiret hayatının "asıl hayat" olarak tanımlanması, tüm insanların üzerinde düşünüp öğüt almaları gereken bir konudur. Kuran'daki bu ifade, dünya hayatında gerçek sandığımız herşeyin sanılandan çok daha farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Yaşadığımız bu hayat, insanların bir ömür boyunca peşinden koştukları değerler, elde etmeye çalıştıkları tüm güzellikler ahiret ile kıyaslandığında "asıl olan" değil "sahte olan"dır; yani bu dünya Allah rızasını aramayan insanlar için sahte metalar, sahte hırslar, sahte başarılar, sahte sevgiler, sahte dostluklarla doludur. Müminler ise dünyada, cenneti ummanın mutluluğunu yaşayacak, ahirette de neşe, sevinç, mutluluk gibi duyguların "gerçeği" ve "eksilmeyeni" ile mükafatlandırılacaklardır. O halde böyle bir durum karşısında kişinin kendisine şu soruları sorması gerekir:

Eğer bu dünyada bütün yaşadıklarım sahte ise ve bunların asıllarıyla yalnızca ahiret hayatında karşılaşacaksam, neden geçici ve aldatıcı olanlarla yetinip, bunlar için sonsuz ve gerçek olanları kaybedeyim?
Neden hiç kaybolmayacak, ebediyen var olacak güzellikler için çaba harcamayayım?


İnsan samimiyetle kendisine bu soruları sorar ve aynı samimiyetle cevaplarsa, doğru olan için çaba harcayacak, dolayısıyla hem dünyada hem de ahirette mutlu bir yaşam sürecektir. Aklını kullanabilen her insanın bu sorulara vereceği cevap ise, elbette 'Bu dünyadaki en önemli amacım Allah'ın rızasına uymak ve ahirette sonsuza kadar sürecek olan gerçek hayatım için çaba harcamaktır' şeklinde olacaktır. Bu gerçeği görebilen bir insanın aynı mantıkla kendisine sorması gereken bir başka soru da, Kuran'da bildirilen ve elçi olarak gönderilen kişinin kavmine yönelttiği şu soru olmalıdır:

"Bana ne oluyor ki, beni Yaratan'a kulluk etmeyecekmişim? Siz O'na döndürüleceksiniz." (Yasin Suresi, 22)

İnsanlar, sonunda Allah'a döndürülecekler ve ahirette herşeyin aslıyla karşılaşacaklardır. Bu nedenle insan Kuran'da 'asıl hayat' olduğu bildirilen ahireti samimiyetle düşünmeli, sonsuz rahmeti ve lütfuyla insanlar için böyle büyük bir nimet bahşeden Rabbimiz'e şükrederek Kuran ahlakını yaşamalıdır.

AHİRETTE İNKARCILAR İÇİN ACI , İNANANLAR İÇİN MUTLULUK YARATILMIŞTIR

İnananların istek duydukları herşey ahirette en fazlasıyla yaratılmıştır. Cennet hayatında, nimet olarak sınırsız bir bolluk ve güzellik olacaktır. Aynı zamanda inananlar cennette manevi yönden de büyük bir haz yaşayacak, mutluluk, sevgi, neşe, huzur, güven gibi duyguları da dünya hayatındakilere kıyasla çok daha güçlü şekilde hissedeceklerdir. İnkarcılar içinse cehennem hayatındaki acılar ve azaplar en belirgin ve hissedilir şekilde yaşanacaktır. Allah Kuran'da inkarcıları acı bir azapla, iman edenleri ise nimetlerle dolu cennetlerle müjdelediğini bildirmiştir:

Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Lokman Suresi, 7)

Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (Tevbe Suresi, 21)

Ahirette inkar edenlerin cehennemde yaşayacakları acı bu dünyadakilerle kıyaslanmayacak kadar fazla olacaktır. İnkarcılar, daha önce hiç yaşamadıkları ve tahmin edemedikleri kadar şiddetli bir azap ile cezalandırılacaklardır. Cehennemdeki ateşin şiddetini açıklamak için Kuran'da birçok ayette "çılgınca yanan ateş" ifadesi kullanılmıştır. Başka ayetlerde ise ateşin şiddeti şöyle bildirilmektedir:

Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: Başın derisini kavurup-soyar. (Mearic Suresi, 15-16)

Cehennemdeki bu şiddetli azabın aksine, cennet halkına, çok mutlu ve huzurlu bir ortam hazırlanmıştır. Allah, cenneti iman eden kulları için en güzel ve en kusursuz şekilde yaratmıştır. Ayrıca orada iman edenler için Allah'tan olan bir hoşnutluk vardır. Allah onlardan razı olmuş ve onları ebedi bir mutlulukla mükafatlandırmıştır. Kuran'da Allah'ın hoşnutluğunun en büyük karşılık olduğu şöyle bildirilmektedir:

Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)


Cennet ile cehennem halkı arasındaki farkı Allah bir ayette şöyle bildirmiştir:

Takva sahiplerine vadedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orada onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (Muhammed Suresi, 15)

İmam Gazali tefekkürlerinde cennet ve cehennem arasında, azap ve nimet bakımından ne kadar keskin farklılıklar olduğuna değinerek insanları bu yönde akılcı bir şekilde düşünmeye davet etmiştir:

Bil ki, gamlar ve kederlerin (ki bunlar bir ateştir) bildiğin cehennem evinin karşılığında bir başka ev vardır. (O da cennettir) Onun nimetlerini ve vereceği sevinçlerini düşün. Çünkü, bu ikisinin birinden uzak olan hiç şüphesiz diğerinde karar bulur. Cehennemin korkunçluklarını uzun uzun düşünüp kalbine yerleştir. Cennet ehline va'dedilmiş olan ebedi nimetleri de uzun uzun düşünerek kalbine bir ümid yerleştir. Nefsini korku kırbacıyla sevk edip, ümit yuları ile onu sırat-ı müstakime (doğru yola) götür. Bu suretle büyük bir varlığa nail olur, elem verici azaptan kurtulursun. Cennet ehlini düşün, ki yüzlerinde cennet nimetlerinin güzelliği vardır. (İmam Gazali, Kalplerin Keşfi, sf.534)

Canlarının istediklerini bularak orada ebedi kalıcıdırlar. Onlar cennette ne korkarlar ve ne de mahzun olurlar. Onlar ölüm endişesinden emindirler. (İmam Gazali, Kalplerin Keşfi, sf.535)

Sonra, şimdi bir cennetin odalarını ve cennetin derecelerinin yüksekliğini ve çeşitliliğini düşün. Çünkü ahiret dereceler bakımından en büyüktür, fazilet bakımından da en büyüktür. Nasıl, insanlar dünyadaki zahiri ibadetleri ve batıni güzel ahlakları bakımından aralarında farklı iseler, aynı şekilde dünyada işledikleri amellerin karşılığı olarak görecekleri mükafat ve cezalarda da farklı olacaklardır. Eğer sen ey insan, ahirette en yüksek derecelere nail olmak istiyorsan Allah (C.C.)'a ibadet ve itaatte seni hiç kimsenin geçemeyeceği şekilde çalış. Allah (C.C.) ibadette birbiriyle yarışmayı emretmiştir. (İmam Gazali, Kalplerin Keşfi, sf.539)

Görüldüğü gibi, ahiret için insanın karşısında iki seçenek vardır: ya sonsuza kadar yalnızca şiddetli ve tarifsiz bir azabın olduğu cehennemi ya da en büyük mutlulukların ve güzelliklerin yaşandığı cenneti tercih edecektir. Bu seçimin sonucu, akıl sahibi tüm insanlar için elbette "sonsuz nimetlerle dolu mutluluk mekanı olan cennet" olacaktır. Çünkü hiç kimse sonsuza dek Allah'ın dilemesi dışında hiçbir kurtuluş imkanının bulunmadığı, maddi manevi her türlü güzelliğin yasaklandığı bir yerde ateş azabı, acı ve pişmanlık içerisinde yaşamak istemez. Elbette ki sonsuza kadar sürecek yaşamını hiçbir zorluğun, sıkıntının, kötülüğün, eksikliğin yaratılmadığı; yalnızca nimet ve güzelliklerden oluşan bir yerde, sevdiği insanlarla birlikte mutluluk içinde geçirmeyi arzu eder.

Ahiret hayatı Rabbimiz'in bildirdiği kesin bir gerçektir. Ahiretteki şiddetli azaptan kurtulup güzel bir son ile karşılaşmak için, insanın bu gerçeğin açık bir şekilde şuuruna varması gerekmektedir. Dünya hayatında kendisine tanınan süreyi Allah'ın rızasını kazanacak salih amellerde bulunarak ve O'nun beğendiği ahlakı kazanmaya çalışarak geçirmelidir.

Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, insan hayatının sonuna kadar yaptıklarıyla da yetinmemelidir. Çünkü hiç kimse yapmış olduklarının kendisini kurtuluşa erdirebileceğinden emin olamaz. Bu bakımdan hem cennete girebileceğini umarak sevinmeli, hem de cehennem azabından korkarak hayırdan yana harcadığı çabasını artırmalıdır. Allah'ın "Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır." (Kehf Suresi, 46) ayetiyle bildirdiği gibi, sürekli olan bir çabanın Allah'ın rahmetini kazanmaya daha yakın olduğunu bilerek ömrünün sonuna kadar salih davranışlarda bulunmaya devam etmelidir. Hz. İbrahim'in Kuran'da "Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl." (Şuara Suresi, 85) sözleriyle bildirilen duasında olduğu gibi, Allah'ın kendisini cennetiyle lütuflandırması için dua etmelidir.

DÜNYEVİ ZEVKLERİN BİTTİĞİ AN: ÖLÜM

DÜNYEVİ ZEVKLERİN BİTTİĞİ AN: ÖLÜM

Dünya hayatına hırsla bağlanan tüm insanların çok iyi bildikleri, ama sürekli olarak kaçmaya çalıştıkları önemli bir gerçek vardır: Ölüm her insanın bir gün mutlaka yüzleşmek zorunda olduğu bir olaydır. Ve ölüm, tüm yaşamını dünya hayatı üzerine kurmuş bir insanın bu dünyaya verdiği tüm emeği bir anda silip yok edecek, tamamen anlamsız hale getirecektir. On yıllar boyu harcanan çaba, yığılıp biriktirilen mallar, insanlar arasında övgü konusu edilen tüm değerler, ölüm ile birlikte tüm gücünü yitirecektir. İnsan dünyanın en zengin, en güzel, en saygın ya da en tanınmış kişisi de olsa, bir anda tüm maddi değerlerini kaybedecektir. Bedeni kısa sürede yanına yaklaşılamayacak kadar kötü bir hal alacak, ardından da çürüyüp yok olmak üzere toprağın altına bırakılacaktır. Ahirete inanmayan bir insan için dünya hayatına yönelik olarak on yıllar boyunca verilen tüm mücadele, sadece bu son içindir. Hayatı hırsla yaşamaya çalışmak, tüm zevkleri doyasıya tadıp tüketmeye çabalamak, insanın karşılaşacağı sondan yana hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Ölüm tüm bu zevkleri kesin bir şekilde yok edecektir.


Ve ölüm, inkar eden insanlar için hırs ve tutkuyla bağlanılan her değerin sona erdiği, bunun yerine çok büyük pişmanlığın ve zor bir yaşamın başladığı bir an olacaktır. Allah, bu kimselerin sonsuza dek sürecek bu acıdan önce, ölüm anlarında da büyük bir azap yaşayacaklarını Kuran'da bildirmektedir:

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)

... Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (En'am Suresi, 93)

(Ölüm korkusundan) ayaklar birbirine dolaştığında; O gün sevk, yalnızca Rabbinedir. Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı. Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti. Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti. Sen buna müstahaksın, dahasına da müstahaksın. Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. (Kıyamet Suresi, 29-35)

Görüldüğü gibi, ölüm kesin bir gerçektir ve inkar edenler için Allah'ın dilemesi dışında sonsuz bir azabın kesin bir başlangıcıdır. Ancak kimi insanlar yaşamları süresince ölümü mümkün olduğunca az hatırlamaya, az zikretmeye ve hatta unutmaya çalışırlar. Ta ki, ölüm onlara da gelene kadar...

Tüm ömürlerini dünya hayatından biraz daha fazla yararlanabilmenin hırsıyla yaşayıp tüketen bu insanlar, ölüm ile karşılaştıklarında, hayatları boyunca vicdanlarında sürekli olarak bastırmaya, düşünmemeye çalıştıkları ölümün ne kadar gerçek olduğunu anlarlar. Hemen Allah'a sığınıp bir kurtuluş yolu bulmaya çalışırlar. Ancak Allah'ın Kuran'da "Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 22-24) ayetleriyle belirttiği gibi, artık bu pişmanlığın insana bir faydası olmaz. Çünkü Allah insana doğru yolu ve üzerindeki rahmetini görmesi için "bir ömür süresi" vakit vermiştir. Allah Kuran'da, ömürlerini gaflet içinde tüketen insanların pişmanlığını şöyle bildirmektedir:

İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)

Allah, kendilerine verilen bu süreyi aleyhlerinde kullanıp da ölüm ile karşılaştıklarında tevbe etmeye karar veren insanların bu taleplerinin kabul edilmeyeceğini bildirmektedir. Bu nedenle her insan Allah'ın hatırlattığı bu gerçeği henüz vakti varken düşünmeli ve bu geri dönüşü olmayan anı yaşamadan önce Allah'a teslim olmalıdır. Tek amaç dünya hayatının zevklerinden istifade etmekse, her ne kadar istenmese, her ne kadar düşünülmemeye çalışılsa da, bunlar bir gün mutlaka bitecektir. Allah'ın bir insan için belirlediği ömür süresi sona erdiğinde, insanın hırsını yaptığı, peşinden koştuğu tüm zevkler, toprağın altındaki çürümüş bedeni için tüm anlamını ve değerini yitirmiş olacaktır. Bu düşünceye saplanmış olan insanların bu açık gerçeği görüp anlaması gerekmektedir. İnkar, insanlara dünya hayatında mutsuzluk, ölüm anında pişmanlık, ahirette ise azaptan başka bir şey kazandırmamaktadır. İman ise, insanlara dünya hayatının zevklerini en yüksek derecede tadabilecekleri bir ruh derinliği, ahiret hayatında ise sonsuza dek zevklerin en fazlasını kazandırmaktadır.

İnsanın bu ikisi arasındaki apaçık farkı görmesi ve inkarın karanlığından kurtulmak için imanın nuruna teslim olması gerekmektedir. Bu sitede, inkar edenlerin kalplerinde yaşadıkları boşluğu ve mutsuzluğu, tüketip yok ettikleri zevkleri, kendilerinin de sürekli olarak yakındıkları hayatlarının anlamsızlığını konu etmekteki amaç, insanların gerçeği görmelerine ve Allah'a teslim olmalarına vesile olmaya çalışmaktır. Umulur ki, ölüm anında yaşanacak bu pişmanlıktan önce tüm insanlar Allah'ın rahmetine teslim olmuş ve İslam ahlakının güzelliğini yaşamış olurlar. Zira Allah aksinde inkar edenlerin pişmanlıkları nedeniyle ahirette "nice kereler Müslüman olmuş olmayı dileyeceklerini" bildirmiştir ki, ahirette artık bir daha bu isteklerini gerçekleştirebilecekleri bir imkanları olmayacaktır:

O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)

DÜNYANIN GEÇİCİLİĞİNİ FARKEDEN MÜMİNLERİN HAYATI

DÜNYANIN GEÇİCİLİĞİNİ FARKEDEN MÜMİNLERİN HAYATI

Önceki bölümlerde geçici dünyanın süsüne aldanan insanların tavırlarını, bunların sebeplerini ortaya koymuş, örnekler vererek inananlar ile inkar edenler arasındaki farklılıklara değinmiştik. Bu bölümde ise müminlerin sahip olduğu kavrayış gücünü ve yaşadıkları üstün ahlakı daha detaylı olarak anlatacağız.

ALLAH'IN RAZI OLACAĞI HAYAT TARZINI BENİMSEMİŞLERDİR

İman edenler, dünya hayatının bir denemeden ibaret olduğunu, dünya nimetlerinin bu imtihanın gereği olarak insanlara çekici kılındığını bilirler. Tüm bu nimetlerin geçiciliğinin farkında olduklarından, asıl gerçek olan ebedi hayatlarına, cennete kavuşabilmek için çaba harcarlar. Rabbimiz, rahmeti dolayısıyla, ahiret için çaba harcayan kullarını dünya hayatının nimetlerinden de en güzel şekilde yararlandırır.

Allah Kuran'da insanlara nasıl bir yaşam sürmeleri ve nasıl bir ahlakta olmaları gerektiğini bildirmiştir. Kuran'ın "Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle bildirildiği üzere yaratılış amacının Allah'a kulluk etmek olduğunu kavrayan kimse, Kuran'ı rehber edinerek dünyada da ahirette de en doğru yola ulaşır. Dünya hayatındaki tüm imkanlarını Rabbimiz'i hoşnut kılmak ve O'nun hidayetine erişmek için kullanır. Bunun sonucunda Allah'ın beğendiği ahlakı kazanmış ve O'nun razı olacağı bir hayat yaşamış olur. Allah Kuran'da müminlerin bu ahlakını "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet Suresi, 33) sözleriyle övmüştür.

Müminler gösterdikleri bu üstün ahlak nedeniyle, inkar edenlerin sıkıntılı hayatlarının tam aksine çok güzel bir hayat yaşarlar. Yaptıkları her işten, ellerindeki her nimetten büyük zevk alır, Allah'ın karşılarına çıkardığı her olaydan hoşnut olurlar. Dünya hayatını böyle mutluluk içinde yaşamalarının yanı sıra güzel tavırlarıyla çevrelerindeki insanlar için de bir nimet olurlar. İnsanlara karşı son derece duyarlı, yardımsever ve şefkatli bir tavır içerisindedirler. Annelerine babalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyaç içerisinde olan kimselere yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek yardım ederler. Müminlerin bu özelliği Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: 'Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir.' (Bakara Suresi, 215)

... Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size eksiksizce ödenecektir. (Bakara Suresi, 272)


Kuran ahlakını yaşayan müminlerin güzel tavırları yaşamın her anına yansır. Günlük hayatlarında karşılaştıkları adaletsiz durumlarda da, yine bu ahlaka uygun şekilde hareket ederler. Kendi menfaatlerinin zedeleneceği durumlarda dahi, haktan ve doğru olandan yana tavır koyarlar.

Aynı şekilde ticarette de son derece dürüst davranırlar. Allah korkuları nedeniyle, "Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir." (İsra Suresi, 35) ayetiyle bildirildiği şekilde davranır, Allah'ın sınırlarını korumada son derece titiz olurlar.

Allah korkusu ve ahiret inancı olmayan kimseler arasında, ticaret yaşamında ve kurulan ortaklıklarda tarafların birbirlerini aldatmaya, haksız çıkar sağlamaya yönelik tavırlarına rastlamak olağandır. Kuran'da Allah Hz. Davud'a kendisine gelen davacılara: "... Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır..." (Sad Suresi, 24) şeklinde hitap ettiğini bildirmektedir. Bu ayetle inkar edenler arasında yaşanan bu güvensiz ve adaletsiz ortama dikkat çekilmiştir. İman edenlerin güzel davranışları, bulundukları her ortamda hemen fark edilir. Alçakgönüllü, bağışlayıcı ve hoşgörülü tavırları, kötülüklere iyilikle karşılık vermeleri müminlerin üstün ahlak özelliklerindendir. Allah, iman edenlerin kendilerine yapılan kötülüklere sabır ve iyilikle karşılık verdiklerini Kuran'da şöyle bildirmektedir:

İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Kasas Suresi, 54)

Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; Biz, onların nitelendiregeldiklerini en iyi bileniz. (Müminun Suresi, 96)

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

Müminler, olumsuz davranışlarla karşılaştıklarında affedici bir tavır gösterir, onlara örnek olacak, fayda sağlayacak, güzel ahlaka yöneltecek şekilde davranırlar. Allah Kuran'da razı olacağı bu ahlakı müminlere şöyle bildirmektedir:

Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)

Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi, 40)

Ahiret inancı olmayan insanlarda sıkça görülebilen alaycılık da müminlerin sakındıkları tavırlardandır. Allah'ın; "Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakaplarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir." (Hucurat Suresi, 11) ayeti gereği, nasıl bir durum söz konusu olursa olsun, hiç kimseye karşı böyle bir tavır sergilemezler.

Kuran ahlakının yaşandığı, Allah'tan korkan, ahireti düşünen ve kendilerine Rabbimiz'in rızasını kazanmayı amaç edinmiş kimselerden oluşan bir toplumda, huzurlu ve güvenli bir hayat hakim olur. İnsan fıtratına en uygun olan Kuran ahlakını kazanmış müminlerin tavırları herkes için güzel örnekler oluşturur. Bu tebliğ, -Allah'ın dilemesiyle- söz konusu kimselerin kalplerinin imana ısınmasına ve Kuran ahlakını benimsemelerine vesile olabilir.

Müminlerin böyle güzel bir ahlaka sahip olmalarını sağlayan en önemli sebeplerden biri Allah korkularıdır. Aynı zamanda da dünya hayatına Allah'ın emrettiği kadar değer vermeleri dolayısıyla hiçbir zaman hırs ve tutkuya kapılmazlar ve aşırı tavırlar göstermezler. Allah'ın hoşnut olacağını bildirdiği ahlakı en mükemmel şekilde yaşamak için gayret ederler. Allah'ın yeryüzünde yarattığı nimetlerin sadece denenmeleri için olduğunu, tüm bunların dünyanın sahte metaı olduğunu akıllarından çıkarmazlar. Bu kavrayışları sayesinde daima en güzel davranışları rahatlıkla sergileyebilirler.

DÜNYANIN ÇEKİCİLİĞİNE ALDANMAZ AHİRET İÇİN ÇALIŞIRLAR

İman edenler dünya hayatında sahip oldukları tüm nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğunu ve tüm bunları salih amellerde bulunabilmeleri için verdiğini bilirler. Bundan dolayı tüm imkanlarını Allah'a şükrederek ve O'nun rızası için kullanırlar. Rabbimiz, iman edenlerin şükredici tavırlarına karşılık olarak onların üzerindeki nimetini daha da artırarak mükafatlandıracağını müjdelemiştir:

Rabbiniz şöyle buyurmuştu: 'Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.' (İbrahim Suresi, 7)


Dünya hayatının geçiciliğini kavrayan müminler için bu hayata ait hiçbir şey; ne sahip oldukları maddi imkanlar, ne işleri, ne eş-dostları onları Allah'ı anmaktan ve O'nun rızasını kazanacak işler yapmaktan alıkoymaz. Allah müminlerin bu özelliklerini Nur Suresi'nde şöyle bildirmiştir:

(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)

Allah bu dünyada kendilerine ne kadar çok nimet ve imkan verirse versin, iman edenler için bunların hiçbiri Allah'ın rızasını kazanmaktan daha önemli değildir. Çünkü Kuran'da, "De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 24) ayetinin hükmüne göre, bunun kendilerini dünyada ve ahirette hüsrana uğratacağının şuurundadırlar.

Yine Kuran'ın "Eğer insanlar (Allah'a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman'ı (Allah'ı) inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık. Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp-dayanacakları koltuklar, Ve (daha nice) çekici-süsler (de verirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Ahiret ise, Rabbinin Katında muttakiler içindir." (Zuhruf Suresi, 33-35) ayetleriyle hatırlatıldığı üzere, dünya nimetlerinin tüm ihtişamının gelip geçici olduğunu, iman edenler için Allah Katında nimetlerin en güzeli olduğunu bilirler.

Rabbimiz, dünya hayatının ahirete kıyasla sahteliğini kavrayarak yaşamlarını Allah'ın rızasını kazanmaya adayan kullarını eşsiz güzellikteki cennetle şöyle müjdelemektedir:

İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık. (Al-i İmran Suresi, 136)

Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)

DÜNYADA DA AHİRETTE DE MUTLUDURLAR

Allah, Kuran ahlakına uygun bir hayat yaşayan müminlere dünyada ve ahirette güzel bir hayat yaşatacağını vaat etmiş; bunun büyük bir kurtuluş ve mutluluk olduğunu bildirmiştir:

Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Yunus Suresi, 64)

... Kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz. (Taha Suresi, 123)

Bu gerçeğin farkında olan müminler "Onlardan öylesi de vardır ki: 'Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru' der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasipleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir." (Bakara Suresi, 201-202) ayetleriyle bildirildiği gibi, dualarında Allah'tan kendilerini hem dünyada hem de ahirette mutlu kılmasını isterler.


Müminler, dünyada ve ahirette Allah'ın sonsuz adaleti ve merhametiyle huzurlu, mutlu ve rahat olurlar. Allah, sadece Kendisi'ni İlah edindikleri ve şirk koşmadan iman ettikleri için, iman eden kullarına böyle bir güzellik verir. Rabbimiz Kuran'da, kendileri için seçip beğendiği ahlakı yaşadıkları takdirde iman eden kullarını dünya hayatında da nimetlendireceğini ve onları korkularından sonra güvenliğe sevk edeceğini şöyle bildirmiştir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Bir başka ayette ise Allah'ın iman edenlere olan bu müjdesi şöyle bildirilmiştir:

(Allah'tan) Sakınanlara: 'Rabbiniz ne indirdi?' dendiğinde, 'Hayır' dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)

SAHTE DÜNYANIN ATEŞE ÇAĞIRAN ÖNDERLERİ

SAHTE DÜNYANIN ATEŞE ÇAĞIRAN ÖNDERLERİ

Tarih boyunca her toplumun inkar edenleri arasında; çevrelerindeki insanları yönlendiren, bu kimseler tarafından örnek alınan, hayatlarına özenilen birtakım kişiler olmuştur. Allah'a isyan eden ve O'nun ayetlerini yalanlayan bu kimseler, sahip oldukları imkanları, insanları Allah'ın yolundan saptırmak için kullanmışlardır. Allah Kuran'da bu insanları, "ateşe çağıran önderler" (Kasas Suresi, 41) olarak adlandırmıştır.

Kuran'da geçmiş dönemlerde yaşadıkları bildirilen Firavun ve Karun böyle kimselerdendir. Allah "... Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya-götürücü (irşad edici) değildi. O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir." (Hud Suresi, 97-98) ayetleriyle Firavun'un kıyamet gününde kavmini ateşe götürmeye önderlik edeceğini haber vermiştir.


Kendilerinden sonraki tüm toplumlar için önemli birer ibret vesilesi olan Firavun ve Karun'un ortak özelliği, çok büyük bir zenginliğe sahip olmaları, ancak bu imkanlarını şeytanın yolunda kullanmalarıdır. Bunun sonucunda her ikisi de Allah'ın azabıyla karşılaşmışlardır. Çünkü insanların dünya hayatında sahip oldukları hiçbir şey; ne zenginlikleri ne yakın dostları ne de toplumdaki itibarları onları, Allah'ın dünyada ve ahirette vereceği azaptan kurtarabilir. Dolayısıyla bu gibi insanların dünya hayatında inkardan yana gösterdikleri çaba, yalnızca kendi aleyhlerinedir. Allah Kuran'da, Firavun ve Karun gibi "refah içerisinde şımaran önde gelen" kimselerin dünya hayatında yaptıklarıyla "ancak kendilerine yönelik bir düzen kurduklarını" bildirmektedir:

Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)

Sahip olduğu mal mülk ile övünen ve Allah'a karşı büyüklenen Karun da yıkıma uğramış; sahip oldukları ona hiçbir fayda sağlamamıştır. Kuran'da Karun'un durumu şöyle haber verilmiştir:

Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. (Kasas Suresi, 78)


Aynı şekilde Firavun'un sahip olduğu hükümranlık da, Allah'ın azabı karşısında ona bir fayda sağlamamış; Allah Firavun'u, sarayını, tüm mülkünü ve ordusunu helak etmiştir:

... Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini (köşklerini, saraylarını) da yerle bir ettik. (Araf Suresi, 137)

Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi. (Enfal Suresi, 54)

Tüm bu ayetler, dünya hayatında ne kadar güç veya imkan sahibi olsa da; Allah'ın kudreti karşısında tüm insanların büyük bir acizlik içerisinde olduklarını göstermektedir. Ancak kimi insanlar dünyanın sahte yüzünü görememeleri sebebiyle, yaşadıkları toplumların önde gelenlerini gözlerinde çok fazla büyütürler. Kimi zaman, sırf zenginlikleri nedeniyle hayranlık duydukları kimselerin yanlış tavırlarına özenip, onları kendilerine örnek alır, hatta onları taklit etmeye çalışırlar. Böyle bir kişinin yanlış davranışlarını -toplumun genel anlayışına ters düşse bile- makul karşılayabilir hatta destekleyebilirler. Karun'un çevresindeki insanlar da bu bakış açısına sahiplerdi. Kuran'da bu kimselerin Karun'un sahip olduğu imkanlara özenerek şöyle söyledikleri bildirilmektedir:

Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler. (Kasas Suresi, 79)

Görüldüğü gibi yaşadıkları toplumlar üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olan "kavmin inkarda önde gidenleri", çevrelerindeki insanları da şeytanın inkarcı sistemini yaşamaya çağırmış, ellerindeki imkanları bu kimseleri de kendileriyle birlikte azaba sürüklemek için kullanmışlardır. Oysa Allah her insanı samimi imanı yaşamakla ve çevresindekileri de doğruya çağırıp, onları da kötülüklerden sakındırmakla yükümlü kılmıştır. Aksi, kişiye Allah Katında ve ahirette büyük sorumluluklar yükleyecektir. Allah, insanlara güzel örnek olup hayra çağırmak yerine, onları inkara sürükleyen kimselerin ahirette kendi günahlarının yanında onların günahlarını da yüklenebileceklerini bildirmiştir:

Kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne kötü yük yükleniyorlar. (Nahl Suresi, 25)

Dünya hayatında sırf zenginlikleri, itibarları ya da toplumda sağladıkları üstünlükleri nedeniyle kendilerine örnek alıp tabi oldukları insanların ahiretteki gerçek konumlarını görenler, amansız bir pişmanlığa kapılacaklardır. Güçlü ve üstün olduğunu sandıkları bu kimselerin acizlik ve çaresizlik içerisinde olduklarını anlayacaklardır.

Dünya hayatında medet umdukları gibi ahirette de onlardan yardım isteyecek, kendilerini sonsuz cehennem azabından kurtarmalarını talep edeceklerdir. Sahip oldukları imkanlar nedeniyle büyüklenip Allah'ı inkar eden kimseler ise, Allah'ın kudreti karşısında hiçbir şeye güç yetiremediklerini dile getireceklerdir. Allah inkar edenler arasında geçen bu konuşmayı Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (tebaanız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz?" (Mümin Suresi, 47)

Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)." (Mümin Suresi, 48)

Allah'ın Kuran'da verdiği tüm bu bilgiler, dünya hayatında "ateşe çağıran önderlerin" nasıl büyük bir sorumluluk yüklendiklerini ve ahirette nasıl bir azapla karşılık göreceklerini açıkça ortaya koymaktadır. Bu gerçeklerin bilincine varan bir insanın yapması gereken ise, dünya hayatında sahip olduğu tüm imkanları Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanabilmek için kullanmak olmalıdır. Allah müminlerin bu konudaki dualarını şöyle haber vermiştir:

"Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir." (Furkan Suresi, 74)

Allah, insanlara örnek olup hayır için yarışanların öne geçeceklerini, Rabbimiz'e yakınlaştırılıp cennetle ödüllendirileceklerini bildirerek bu ahlakı gösteren kimseleri müjdelemiştir:

Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde. (Vakıa Suresi, 10-12)

SAHTE DÜNYANIN SAHTE DEĞERLERİ

SAHTE DÜNYANIN SAHTE DEĞERLERİ

Ahireti unutup dünyayı yegane yaşam olarak düşünen insanlar kendilerine Kuran ahlakından uzak bir ahlaki sistem kurmuşlardır. Bu insanlar kimi zaman Kuran'da emredilen tavırlara uygun davranıyor görünebilirler ama bunları yaparken bile aslında dünyevi bir hırsla hareket etmektedirler.

Örneğin bu bakış açısına sahip olan kimseler doğruluk, dürüstlük, samimiyet, yardımseverlik, mütevazilik, fedakarlık, sadakat gibi güzel vasıflara sahip olmayı kimi zaman etraflarındakilere hoş görünmenin ve onlar arasında belli bir yer edinmenin bir yolu olarak görürler. Ve bu amaçla benzer davranışlarda bulunurlar. Ama gösterdikleri davranışlar yapmacıktır ve dünyevi çıkarlar üzerine kurulu olduğu için geçicidir.

Arkadaşlarına mütevazı ve fedakar bir yaklaşım içinde olan bir kişi, kendisi için bir fayda sağlamadığını anladığı anda birdenbire son derece kibirli, küstah ve bencil bir insana dönüşebilir.

Ayrıca bu cahiliye ahlakını yaşayan insanlar sürekli çıkar hesabı içindedirler. Yapacakları işten önce "acaba böyle davranırsam kim ne der, hakkımda ne düşünür, bu davranıştan nasıl bir kazanç elde ederim?" şeklinde hesaplamalar yaparlar. Bu, onların Allah'ın rızasını değil de eşlerinin, dostlarının, arkadaşlarının isteklerini ve kendi istek ve arzularını göz önünde bulundurduklarının göstergesidir. Bu durumda sevgi, samimiyet, iyilik, dostluk, merhamet, sabır gibi özellikler sürekli olmaz; bunların asılları değil sadece sahteleri bilinir. Yalnızca dünya hayatına yönelen cahiliye insanlarının sahte değerleri üzerine kurduğu geçici hisler yaşanır.

Sevgi

Allah, pek çok duygu gibi insanların kalplerine sevgi hissini de yerleştirmiştir. İnsanın yapması gereken, bu özelliğini Allah'ın Kuran'da verdiği öğütler doğrultusunda en doğru şekilde yönlendirmesidir. Müminler Kuran'ı rehber edindikleri için sevgilerini; kendilerini ve sahip oldukları tüm nimetleri yaratan Rabbimiz'e, ve O'nun rızasını hedefleyen müminlere yöneltirler.

Dünya hayatının süsüne kapılanlar ise Allah'ın kendilerine imtihan için verdiği nimetlere tutkulu bir sevgi ile bağlanırlar; örneğin insanları "Allah'ı sever gibi severler". Allah, Kuran'da inkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışını şöyle bildirmektedir:

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

İnkar edenlerin bu çarpık sevgi anlayışlarını yönlendirdikleri konulardan biri de dünya malıdır. Mala olan sevgilerinin şiddetiyle bu geçici metaya hırsla bağlanmış, nefislerinin cimri ve bencil tutkularına yenik düşmüşlerdir. Kuran'da inkar edenlerin bu tavırları şöyle bildirilmiştir:

Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan) çok katıdır. (Adiyat Suresi, 8)

Oysa Allah Kuran ayetleriyle insanlara malın yalnızca dünya hayatına ait bir deneme konusu olduğunu bildirmiş ve bu tutkuya karşı insanları uyarmıştır:

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır. (Enfal Suresi, 28)

Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırarak-alıkoymasın'; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)


Bu gerçeklerden haberdar olan müminler mal sevgisine kapılmazlar. Sahip oldukları nimetleri kendilerine lütfedenin Rabbimiz olduğunu bildikleri için, bu onların Allah'a şükretmelerine vesile olur. Kendilerine verilen maddi imkanları Allah'ın rızasını kazanabilecekleri hayırlı işler için kullanır, daha fazlasına sahip olmayı da hayırlarda kullanabilmek için isterler. Kendisine çok büyük hazineler verilen Hz. Süleyman, bu nimetleri hangi amaçla istediğini şöyle dile getirmiştir:

O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." ... (Sad Suresi, 32)

Kuşkusuz Hz. Süleyman'ın bu üstün ahlakı, iman edenlerin dünya hayatının zenginliklerine karşı nasıl bir bakış açısı içerisinde olmaları gerektiğini bizlere göstermektedir. İnsanın sevgisini asıl yöneltmesi gereken, kendisini her an koruyup kollayan, sınırsız nimet veren Rabbimiz'dir.

Kuran ahlakından uzak kişilerin sevgilerinin sahteliğini yansıtan en önemli olaylardan biri arkadaş seçimidir. Ahiretin varlığını düşünmeden hareket eden kişilerin arkadaşlıklarındaki ana mantık, genellikle dünyada karşılıklı olarak en fazla menfaati sağlamak üzerine kuruludur. Her iki tarafın da birbirlerinde aradıkları belli başlı özellikler vardır; maddi manevi kendisine çeşitli çıkarlar sunabilecek, toplumda kendisine saygınlık ve prestij kazandırabilecek bir arkadaş ararlar.

Seçtikleri kişinin fiziksel görünümüne, ailevi durumuna, maddi gücüne, tahsiline ve yeteneklerine önem verirler. Sevgi, saygı, sadakat, vefa gibi güzel ahlak özellikleri ise çoğu zaman geri plandadır. Bu mantıkla kurulan bir arkadaşlıkta ise elbette gerçek sevgi ve saygı olmadığı için gerçek bir mutluluk da yaşanmaz. Bu durum, Kuran ahlakından uzak yaşayan insanların evlilik anlayışı için de geçerlidir, evlilik hayatında da arkadaşlıklarında olduğu gibi karşılıklı çıkar ilişkisi devam eder.

İman eden bir insan içinse bunun tam tersi geçerlidir. Allah'a inanan bir insan karşısındaki insanı da yine Allah'a olan imanı, bağlılığı, güzel ahlakı ölçüsünde sever ve sayar. Onunla dünyevi çıkarları için, geçici bir beraberliği değil, sonsuza kadar sürecek, Allah'ın rızasına uygun bir sevgiyi yaşamayı umut eder. Allah ahirette bu insanları eşleriyle birlikte ödüllendireceğini şöyle haber vermiştir:

Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, 'sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (Yasin Suresi, 55-56)

"Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahzun olmayacaksınız." "Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır." "Siz ve eşleriniz cennete girin; 'sevinç içinde ağırlanacaksınız." "Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." "İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur." (Zuhruf Suresi, 68-72)

İyilik

Kuran ahlakından uzak yaşayan toplumlarda, iyilik kavramı hakkında her insanın kendine göre farklı fikirleri vardır. Oysa Allah Kuran'da iyiliğin gerçek tanımını insanlara şöyle bildirmiştir:

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
... ama iyilik sakınan(ın tutumudur)... (Bakara Suresi, 189)

Kuran ahlakından habersiz yaşayan kimi insanların, kendilerini "iyiliksever" ya da "temiz kalpli" gösterme çabaları, temelde kendi vicdanlarını rahatlatmaya ve insanların beğenisini kazanmaya yönelik hareketlerdir. Bu kişiler herhangi birine iyilik yapacakları zaman çoğunlukla bu işin karşılığında ellerine ne geçeceğini düşünürler. Yardıma ihtiyacı olan kişi maddi imkanları yerinde olan biriyse, daha sonra bu kimsenin kendilerine sağlayabileceği menfaatleri göz önüne alarak, hemen harekete geçerler. Çevresinde pek söz sahibi olmayan veya maddi imkanları yetersiz olan birine yardım etmeleri gerektiğinde ise, hemen kar-zarar hesabı yaparlar. Böyle bir durumda yardım etmekte ve iyilik yapmakta zorlanırlar; çünkü karşılık olarak alabilecekleri pek bir şey yoktur. Bu yüzden yapacakları iyiliği ağırdan alır, isteksiz ve ilgisiz bir tavır sergilerler veya hiç yapmazlar.


Bunların yanı sıra, kimi insanlar da daha çok istekte bulunabilmek için iyilik yaparlar. İyilikte bulunurken, Allah'ın rızasını kazanma amacıyla değil, insanlardan ya da dünya hayatının menfaatlerinden daha fazla yararlanabilme gayesiyle hareket ederler. Oysa iman sahibi bir insan iyiliği, karşılığını yalnızca Allah'tan umarak ihlasla yapar. Her davranışında olduğu gibi, iyilik yaptığındaki amacı da yine yalnızca Allah'ın rızasını kazanabilmektir. Rabbimiz bu ihlaslı tavırlarına karşılık olarak, müminler için yaptıklarının 'daha güzeli ve fazlası' olduğunu bildirmiştir:

Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır, kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Enam Suresi, 160)

De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbiniz'den sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26)

Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır; öyle ki, kötülükte bulunanları, yaptıkları dolayısıyla cezalandırır, güzel davranışta bulunanları da daha güzeliyle ödüllendirir. (Necm Suresi, 31)

Dostluk


Allah Kuran'ın "Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur." (Zuhruf Suresi, 36) ayetiyle, Allah'ın dininden yüz çeviren insanların şeytanın dostu haline geldiklerini bildirmektedir. Bir başka ayette ise bu gerçek "Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık." (Araf Suresi, 27) sözleriyle haber verilmiştir. Şeytan, dost edindiği kimseleri etkisi altına almakta ve onları kendi çirkin ahlakı doğrultusunda yönlendirmektedir.

Allah'ın rızası ve hoşnutluğu yerine şeytanın dostluğunu kazanan kimseler, Allah'ın insanlar için yarattığı pek çok nimetten mahrum kalırlar. Bu nimet kayıplarından biri hiç kimseyle gerçek anlamda dost olamamalarıdır. Dostluk, Kendisi'ni dost edinenlere Rabbimiz'in verdiği bir nimettir. Kuran'da "Sizin dostunuz (Veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren müminlerdir." (Maide Suresi, 55) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah bu kimselere salih müminlerin dostluğunu nasip eder.

Şeytanın dostluğu ise, insanı daima yalnız bırakır. Çünkü, şeytan dost edindiği kimselere yalanı, fıskı, isyanı, kötülüğü, inkarı, kini ve nefreti hoş gösterir. Şeytanın etkisindeki bir kimse, çevresindekilere karşı böyle bir ahlak anlayışı ile yaklaşır. Genellikle öncelikli olarak kendi menfaatlerini göz önünde bulundurarak hareket eder; daima kendisini düşünür; en iyi arkadaşı daima kendisidir. Bu nedenle söz konusu kişilerin Kuran'da kastedilen manada gerçek ve kalıcı dostluklar kurmaları mümkün olmaz..

Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplulukta, insanların yardım isteyebilecekleri, işlerini, mal mülk gibi değerli eşyalarını ya da paralarını emanet edebilecekleri, sır verebilecekleri güvenilir ve candan bir dost bulmaları çok zordur. Dahası bu durumu o kadar kabullenmişlerdir ki, bunu adeta hayatın değişmez bir kuralı olarak görmektedirler.

Böylesine güvensiz bir ortamda insanların rahat ve huzurlu olmaları ise mümkün değildir. Çünkü, kendilerine karşı dost gibi görünen kişiler bile, aslında yalnızca menfaat peşinde olabilmektedirler. Bu nedenle karşılarındaki kişilere olan bakış açıları da dostluktan çok uzaktır.

Birbirlerinin işine, arabasına, evine kısaca tüm imkanlarına kıskanarak bakabilir; onlardan üstün konuma gelme hırsına kapılabilirler. Bunun için, en küçük bir fırsatı bile kaçırmadan birbirlerinin eksiklerini bulmaya ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlar.

Bu anlayışla hareket eden kimseler son derece güvensiz ve samimiyetsiz bir ortam içerisinde yaşadıklarının ve gerçek anlamda kimseyle dost olamadıklarının farkındadırlar. Ancak çözümü Allah'ın kendileri için seçip beğendiği Kuran ahlakını yaşamakta aramadıkları için, bu durumdan kurtulamazlar. Doğru yola yönelmeyen bu insanların ahirette de hiçbir dostları olmayacaktır. Dünyada yaşadıkları huzursuz, samimiyetsiz, güvensiz ortam ahirette çok daha fazlasıyla karşılarına çıkacaktır. Dünya hayatında şeytanı dost edinenlerin ahiretteki konumunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:

"Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur." (Hakka Suresi, 35)

Artık onlar ve azgınlar onun içine dökülüverilmiştir.
Ve İblis'in bütün orduları da.
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
"Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,"
"Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
"Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı."
"Artık bizim için ne bir şefaatçi var,"
"Ne de candan-yakın bir dost." (Şuara Suresi, 94-101)

İman edenlerin birbirleriyle olan dostlukları ise çok sağlam ve süreklidir. Çünkü müminleri biraraya getiren, onları birbirleriyle dost kılan, Allah'a olan samimi imanları ve Allah korkularıdır. Rabbimiz'in bir ayette "Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar." (Al-i İmran Suresi, 103) sözleriyle bildirdiği gibi, iman edenler birbirlerinin kardeşleridir. Bundan dolayı aralarındaki imana dayalı gerçek dostluk, Allah'ın izniyle hem dünyada hem de ahiret hayatında sonsuza kadar devam eder.

Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)

Sabır

Kuran ahlakının yaşanmadığı topluluklarda, olaylar karşısında aşırı tepkiler vermeyip sakin davranmayı tercih edenler genellikle sabırlı kişiler olarak tanımlanırlar. Oysa bu kimseler de beklenmedik olaylarla karşılaştıklarında itidalli tavırlarından kolaylıkla taviz verebilirler. Herkesin sakin ve sabırlı biri olarak bildiği bir kişi, bir anda saldırgan, asabi ve kontrol edilemez bir kişilik sergileyebilir. Çünkü gerçekte gösterdikleri tavır sahte bir "sabır" yani "tahammül"dür.

Tahammül ile sabır birbirinden tamamen ayrı kavramlardır. Tahammülün belli bir sınırı vardır ve bu sınır kişiden kişiye değişir. Bu sınır aşıldığında kişinin itidalli ve sakin tavrı, yerini çeşitli tavır bozukluklarına bırakır. Sabır ise Allah korkusundan kaynaklanan, olaylara ve şartlara göre değişkenlik göstermeyen bir ahlak özelliğidir. İnsanların, zorluk ve sıkıntılar karşısında sabredebilmeleri, ancak Allah'ın sonsuz gücünü kavramakla, O'nun yarattığı her olaya hayır gözüyle bakıp tevekkül etmekle mümkün olur. Dolayısıyla gerçek sabır iman edenlere özgü bir özelliktir ve Kuran ahlakını yaşamayan kimselerin güç yetiremeyecekleri bir ahlaki güzelliktir.


Kuran'da müminlerin sabırlı ve tevekküllü olduklarına şöyle dikkat çekilmiştir:

Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. (Nahl Suresi, 42)
Ve onlar, Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler... (Rad Suresi, 22)

Adalet


Allah Kuran'da insanlar arasındaki üstünlüğün yalnızca takvaya dayalı olduğunu bildirmiştir. (Hucurat Suresi, 13) İman, Allah korkusu ve güzel ahlak gibi önemli özelliklerin gözardı edildiği topluluklarda ise, üstünlük ölçüleri çok farklıdır. Bu kimseler üstünlüğün toplumun önde gelenlerinden olmakla, mal mülk edinip, itibarlı ya da şöhretli bilinmekle elde edilebileceğini sanırlar. Bu bakış açısı toplum fertlerinin birçoğu tarafından kabullenildiği için, genelde fazla malı-mülkü olmayan kişiler; zengin ve çevresi geniş olan kimselerin yanında pek söz sahibi olamazlar. Böyle bir toplumda insanların çevrelerindeki kişilere gösterdikleri tavırlar, aldıkları kararlar, olayları değerlendirme şekilleri, çıkardıkları sonuçlar hep bu bakış açılarıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla bu düşünceyle hareket eden kimseler arasında gerçek bir adalet anlayışından bahsetmek de mümkün olmaz.

İman sahibi kimseler arasında ise böyle bir durum söz konusu olmaz. Her zaman Allah'ın Kuran'da bildirdiği ahlakı ölçü alarak hareket ederler.

Bundan dolayı daima hakkı ve adaleti ön planda tutarlar. İnsanları sahip oldukları dünyevi değerlere göre değil, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmalarına, güzel ahlaklarına göre değerlendirirler. Güçlü ya da imkan sahibi olandan yana değil, daima haklıdan ve haktan yana olan bir tavır sergilerler. Kendilerinin veya yakınlarının aleyhinde bile olsa, adaletten taviz vermezler. Dünyevi kıstaslarla karar vermez, Allah'ın emrettiği şekilde hareket ederler. Allah, adalet konusundaki ölçüyü Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)

Sonuç

Bu bölümde inkarcılarla ilgili olarak anlatılanlar, dünya hayatını esas alan kimselerin hayata bakış açılarının sadece küçük bir bölümünü yansıtmaktadır. Bu insanların yaşamlarındaki ana mantık, her zaman için yalnızca dünya hayatının menfaatlerini düşünerek hareket etmeleridir. Ahiretin varlığını ve orada nasıl bir durumla karşılaşacaklarını ise hiçbir şekilde akıllarına getirmek istemezler. Ölüm ve ahiret konusu kendilerine hatırlatıldığında ise, genellikle çeşitli bahanelerle düşünmekten kaçarlar.

Yaşadıkları bu dünyanın yalnızca geçici bir imtihan yeri olduğunu; eşlerinin, çocuklarının, ailelerinin, sahip oldukları evlerin, arabaların; kısacası çevrelerindeki herşeyin bu imtihanın bir parçası olduğunu anlamaya yanaşmazlar. Çünkü bunu kabullenmeleri, geçici bir dünyanın metaları için boş yere hırslandıklarını da kabullenmeleri anlamına gelecektir. Kuran'da insanların bu gerçeği kabullenmemek için ahireti inkar ettikleri şöyle bildirilmektedir:

Muhakkak, bunlar da diyorlar ki: (Bütün herşey) Bizim yalnızca ilk ölümümüzdür; biz yeniden diriltilip-kaldırılacak değiliz. Eğer doğru sözlüyseniz, şu halde atalarımızı getirin bakalım. (Duhan Suresi, 34-36)


Bu kimseler ahirette dünya hayatındayken inkar ettikleri gerçeklerle karşılaştıklarında büyük ve geri dönüşü olmayan bir pişmanlığa kapılacaklardır. Allah, inkar edenlerin ahirette bu gerçeği fark ettiklerinde pişmanlıklarını şöyle dile getireceklerini bildirmiştir:

Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık. (Mülk Suresi, 10)

Ayette belirtilen pişmanlığı yaşamamak için, her insan ölümle karşılaşmadan önce mutlaka bu gerçekleri düşünmeli ve hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde yönlendirmelidir. Yaşadığımız dünyanın geçiciliğini kavramalı, hayatının her anını bu şuurla değerlendirmelidir.

SAHTE DÜNYAYA ALDANANLARIN SIKINTILI YAŞAMLARI

SAHTE DÜNYAYA ALDANANLARIN SIKINTILI YAŞAMLARI

İnsanların yaşamları boyunca karşılaştıkları her olay, duydukları her söz, gördükleri her görüntü ancak Allah'ın izniyle yaratılır. Bu gerçeği bilmek ve bunun rahatlığını yaşamak, imanın getirdiği güzelliklerden biridir. Allah'ın kainattaki tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini, Rabbimiz'in kendisi için daima en doğru, en güzel ve en hayırlı olanı yaratacağını bilen kişiler tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içerisinde olurlar. Bundan dolayı her zaman rahat ve huzurludurlar. Allah'ın herşeyi belirli bir kader doğrultusunda hayır ve hikmet üzerine yarattığını bilir, her işlerinde bunun verdiği güvenle hareket ederler. İman edenlerin bu teslimiyetleri bir ayette şöyle bildirilmiştir:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamız'dır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilen mümin, başına ne gelirse gelsin; herhangi bir sıkıntı, zorluk ve darlık karşısında hiçbir şekilde ümitsizliğe düşmez. Her zaman olayların hayırlı yönlerini görmeye çalışır.

İnsanın tüm hayatı boyunca yaşayacağı, düşüneceği, söyleyeceği herşey, daha henüz o doğmadan Allah Katında en küçük detayına kadar bellidir. İnsan kendisi için belirlenen bu olaylarla zamanı geldikçe karşılaşır ve onları yaşar. Kaderde herşeyin hayırla sonuçlanacak şekilde yaratıldığını bildiğinden her zaman tevekküllü olur; kendisini rahat ve güvenli hisseder. Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır.

Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)


Bu gerçekleri kavrayamayanlar ise, yaşadıkları geçici dünyanın metaına aldanarak kendilerine zulmederler. Olayların Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği yanılgısına kapıldıkları için bunlara müdahale edebilmenin yollarını ararlar. Olayların zahiren ters gidiyor gibi görünmesi, aleyhlerine gelişmesi, bu kimseler için içinden çıkılmaz bir üzüntü ve huzursuzluk kaynağıdır. Bu yanlış inançlarından dolayı sürekli stres içindedirler; en küçük bir olayda uykuları kaçar, sinirleri yıpranır, bedensel ve ruhsal olarak zarar görürler. İçlerindeki bu sıkıntılardan kurtulabilmek için çeşitli yöntemlere başvururlar; kimi zaman bir eğlenceye katılarak, kimi zaman da hiç düşünmeyerek rahatlamaya çalışırlar. Oysa bu yaptıklarının kalplerine gerçek huzur ve mutluluğu vermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü Allah'ın bir ayette "Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Ra'd Suresi, 28) sözleriyle bildirdiği gibi, insan ancak Allah'a yönelmekle, Rabbimiz'e teslim olup O'nun istediği ahlakı yaşamakla huzur bulabilir.

Allah, insanlara dünya hayatının huzursuzluklarından kurtulmanın ve gerçek mutluluğu yaşamanın yolunu gösterdiği halde, bile bile bundan yüz çevirenler yalnızca "kendi kendilerine zulmetmiş" olurlar. Allah bu insanların durumunu bir ayette şöyle bildirir:

Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

Bununla beraber, rahatlamak, huzur bulmak, yaşadıkları stres ve sıkıntılarından kurtulup neşelenmek için yanlış fikirleri benimseyenler, bu dünyada arzu ettiklerini yaşayamadıkları gibi ahirette de telafisi olmayan bir hüsrana uğrarlar. Kuran'da bu kimselerin, Allah'ın yolunu bırakıp, medet umarak peşlerinden gittikleri şeylerin, ahirette onların "helak ve kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramayacağı" belirtilmiştir:

Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' artırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 101)

Unutulmamalıdır ki, Allah Kuran'ın birçok ayetiyle, insanları bağışlayan ve tevbeleri kabul eden olduğunu bildirmiştir. Bir insan bu gerçeklerin farkına varana kadar hayatı boyunca birçok hata yapmış olabilir. Önemli olan yanlış yolda olduğunu kavraması, tevbe etmesi ve Rabbimiz'in bildirdiği güzel ahlakı yaşamaya çalışmasıdır. Kuran'da, Hz. Salih'in kavmine yaptığı bir konuşmada insanların Allah'ın rızasını kazanmak için yapmaları gerekenler şöyle bildirilmiştir:

Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (Hud Suresi, 61)

Rabbimiz, dua edenin duasına hemen cevap vereceğini ise bir Kuran ayetinde şöyle haber vermektedir:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşat (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

BOŞA ÇALIŞIP YORULMAKTADIRLAR

Hemen her insan, dünya hayatında kendince bir başarı elde etmeye çalışır. Her ne kadar ilgilendikleri konular birbirinden çok farklı olsa da bu insanların ortak bir amaçları vardır: Gösterdikleri çabanın, emeğin karşılığını alabilmek... Kendilerine dünya hayatını amaç edinip ahireti gözardı eden kişiler, dünyadaki çabalarının karşılığını aldıklarını görmenin, o uğurda yaşadıkları tüm sıkıntılara değeceğine inanırlar.


Oysa bu insanların gözardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardır: "Allah'ın rızası". Bir işi ve bundan alınacak sonucu asıl değerli kılan, Allah'ın o kişiden razı olmasıdır. Allah'ın rızası hedeflenmeden yapılan bir işte harcanan çaba ya da elde edilen başarı, aynı dünya hayatı gibi geçicidir; dünyadaki herşey gibi bir gün yok olur. Bu nedenle Allah inkar edenlerin dünya hayatındaki çabalarını ve yapıp ettiklerini bir "seraba" benzetmiştir. Bu kimseler ahirete gittiklerinde -Allah'ın dilemesi dışında- o ana kadar emek verip sevinç duydukları tüm çabalarının boşa çıktığını göreceklerdir:

İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

Görüldüğü gibi bir kimse Allah'ın rızasını gözeterek hareket etmediği takdirde, dünyanın en önemli işini yapıyor olsa da, Allah Katında bunun değeri olmayabilir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmediği sürece, bu kişinin çevresindeki herkes tarafından takdir edilmesi veya iyi işler yapan biri olarak tanınması, yaptıklarının boşa gitmesini engelleyemez. Allah kendilerini iyi işler yapmakta sanan kimi insanların ahiretteki durumunu Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. (Kehf Suresi, 104)

İnsanın, hırsla peşinden koştuğu şeylerin, ahiretteki nimetlerin yanında ne kadar değersiz olduğunu öldükten sonra anlaması, sonsuz bir pişmanlığa sebep olur. Hayatı boyunca harcadığı tüm çabanın boşa gittiğini öğrenmesi, bu üzüntüsünü sonsuza dek sürecek bir hüsrana dönüştürecektir. Allah bu kimselerin ahiretteki durumlarını şöyle bildirmiştir:

İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 16)

Kuşkusuz bir ömür boyunca harcadığı çabanın boşa çıkmasını hiçbir insan istemez. Bunun çözümü, insanın geçici bir dünya için değil, gerçek olan sonsuz ahiret hayatı için çaba harcamasıdır. Eğer kişi, her işinde Allah'ın rızasını kazanmayı hedefler, tüm çabasını Rabbimiz'in beğendiği ahlakı yaşayabilmek için harcarsa yaptığı en küçük bir iyiliğin bile eksiksiz olarak karşılığını almayı umabilir. Allah bir ayetinde Hz. Lokman'ın oğluna verdiği bir öğüdü şöyle bildirmiştir:

"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (herşeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)

Allah bir başka ayetinde ise iman edenlerin salih amellerine Kendi fazlından da ekleyeceğini bildirmiştir:

Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara Kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 173)

O halde yanlış yoldaki bir insanın yapması gereken, böyle bir gün ile karşılaşmadan önce tevbe edip Rabbimiz'e yönelmesidir:

Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz'e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)

ALLAH İNKAR EDENLERİ HEM DÜNYADA HEM DE AHİRETTE AZAPLANDIRIR

Dünyanın sahte yüzüne kapılan insanlar sadece ahirette değil, dünya hayatında da Allah'ın dilemesiyle bu hatalarının karşılığını görürler. Kuran ahlakını yaşamayan bir insan, dünyanın en zengin veya en bilgili kişisi olsa dahi, çoğu zaman sahip olduğu bu özelliklerin hiçbiri onu mutlu etmez. İnkar etmelerinden dolayı, Allah hayatlarının hemen her anında bu kişilerin kalplerine sıkıntı ve huzursuzluk verir. Nefislerinin hoşuna giden pek çok nimetle iç içe yaşadıkları halde, bunların hiçbirinden gerçek anlamda zevk alamazlar. Ne kadar mutlu ve huzurlu görünseler de, bu genellikle aldatıcıdır.

İnkar edenlerin yaşadıkları sıkıntı, hayatlarının her alanına yayılmıştır. Allah'ın kudretini takdir edememeleri, kaderi düşünüp olaylara hayır gözüyle bakmamaları, güzel ahlak göstermemeleri onları zor bir hayata sürükler. Üstelik Kuran ahlakının insanlara nasıl mükemmel ve huzurlu bir hayat sunduğunu kavrayamadıkları için, dünyadaki her insanın kendileriyle aynı sıkıntılar içerisinde yaşadığını sanırlar. Oysa yaşadıkları sıkıntılar tümüyle kendi inanç bozukluklarından kaynaklanmaktadır. Allah Kuran'da doğru yoldan sapan kimseler için, inkar etmeleri sebebiyle dünya hayatında da azap olduğunu bildirmiştir:

... Allah, kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur. Dünya hayatında onlar için bir azap vardır, ahiretin azabı ise daha zorludur. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu da yoktur. (Rad Suresi, 33-34)


Allah'ın, güzel bir hayat yaşamaları için indirdiği hak dinden yüz çeviren insanların yaşamlarının çeşitli kesimlerine baktığımızda, bu sıkıntının ne kadar kapsamlı ve etkili olduğu çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu kimselerin çoğunun çocukluk yıllarından itibaren en büyük hayalleri, çok para kazanıp zengin olmak ve bunu diledikleri şekilde harcamaktır. Bu onlar için öyle önemlidir ki, amaçlarına ulaşabilmek için gerektiğinde her türlü fedakarlığı göze alabilirler. Öğrencilik yılları sona erip hayatlarıyla ilgili ciddi sorumluluklar almaya başladıklarında, artık yaşamın zorluklarıyla da karşılaşmak durumunda olduklarını düşünürler.

İnsanlara rızkı verenin Allah olduğunu, nimetini dilediğine açıp dilediğine kıstığını düşünmedikleri için zenginlik, makam gibi geçici değerleri elde edebilmek amacıyla kendilerini yıpratırlar. Bu uğurda çaba harcarken çoğu zaman sevdikleri şeylerden de fedakarlık etmek zorunda kalırlar. Bir yığın güçlük ve sıkıntıdan sonra, kendilerini mutlu edeceğini sandıkları dünyanın sahte süslerini belki elde ederler ama sonuç yine de farklı değildir. İsteklerine ulaşmak için yaşadıkları sıkıntının yanında, artık bir de bunları kaybetme korkusunun huzursuzluğunu duymaya başlamışlardır.

Ellerindekilerle mutlu olmayı, sahip oldukları nimetlerle yetinmeyi bilmezler. Sürekli olarak içerisinde bulundukları durumdan şikayet eder, sahip olamadıkları şeylerden dolayı hallerinden yakınırlar. Kendilerinden daha zengin, daha kültürlü, daha yetenekli, daha güzel birini görmeleri bile morallerinin bozulması için yeterli olur.

Yaşadıkları sıkıntılı ruh halini dışarıya belli etmemeye gayret ederler. Çeşitli işlerle oyalanmaya, neşelenmeye, ruhlarındaki sıkıntılardan kurtulmaya çalışırlar. Zaman zaman gerçekten de geçici ve yüzeysel anlamda neşelendikleri olur. Bu tür zamanlarda, görünüşte mutludurlar; ama bu kalıcı bir mutluluk değildir. İçinde bulundukları ruh halini, endişelerini, korkularını dışarıya yansıtmamaya çalıştıklarından her zaman psikolojik açıdan baskı altındadırlar. Nitekim sıkıntılarını unutsalar bile, Allah'a tevekkül etmedikleri için herhangi başka bir olay yüzünden bir anda yeniden umutsuzluğa, karamsarlığa ve üzüntüye kapılabilirler. Ticaretle uğraşan birinin neşeli kahkahalar atarken, bir anda borcunu hatırlaması; benzer bir ortamda, bir öğrencinin kırık notlarını, yaşlıların gençliklerini, bir yakınını kaybedenin onunla beraber geçirdiği zamanlarını hatırlaması; kimisinin ayrıldığı arkadaşını, kimisinin de giderek kaçınılmaz son olan ölüme yaklaştığını düşünmesi, bir anda üzülmelerine ve durgunlaşmalarına neden olur.

Bu kimselerin zengin fakir, genç yaşlı, güzel veya çirkin olmaları da bu durumu değiştirmez. Sabahtan akşama kadar ağır şartlar altında çalışmak zorunda olan bir kimse de, hiçbir sorumluluk üstlenmek zorunda olmayan refah içerisindeki bir kişi de aynı konumdadır. Çevrelerindeki insanlardan gerçek anlamdaki ilgi, ihtimam, sevgi ve şefkati görememenin sıkıntısını sürekli olarak yaşarlar. Her gün düzenli olarak yaptıkları işlerin, üstlendikleri sorumlulukların hiç bitmeyeceğini düşündüklerinden, bütün bunlardan bıkkınlık duyarlar. Yaşadıkları hayatın ne kadar monoton ve anlamsız olduğunu fark etmeleri, ama buna çözüm bulamamaları ise, onları daha ciddi huzursuzluklara iter.

Bu durumdaki insanlar, Allah'a iman etmedikleri sürece, yaşadıkları sıkıntılardan ve endişelerden kurtulamazlar. Ancak yine de çözümü Allah'a sığınıp O'nun gösterdiği yola uymakta aramazlar. Yaşadıkları hayata alışmaya çalışır, zorluk ve sıkıntıları, hayatın bir parçası olarak kabullenirler.

Gerçekte ise Allah yaşadıkları tüm bu sıkıntılarla inkarlarına karşılık onları dünyada iken azaplandırmaktadır. Asıl gerçek yaşamları olan ahiret hayatını gözardı edip dünyanın sahte metaına yönelmeleri nedeniyle bu dünyanın acıları onlar için süreklidir.

Kuran'da "Artık Allah, onlara dünya hayatında 'horluğu ve aşağılanmayı' taddırdı. Eğer bilmiş olsalardı, ahiretin azabı gerçekten daha büyüktür." (Zümer Suresi, 26) ayetiyle bildirildiği gibi, ahirette onlar için bundan çok daha büyük bir azap vardır. Dünya hayatındayken yalanladıkları ahiretin ve ahiret azabının gerçekliğini orada iken tasdik edeceklerdir; ama bu onlara bir fayda sağlamayacak, Allah'ın laneti ve azabı ile karşılık göreceklerdir:

Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimiz'in vadettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun. Ki onlar Allah'ın yolundan alıkoyanlar, onda çarpıklık arayanlar ve ahireti tanımayanlardır." (Araf Suresi, 44-45)